Suadiye ve Bostancı, Osmanlı ve Bizans dönemlerinde tarım ve mesire alanı olarak görülüyor. 19. yüzyıla gelindiğinde ulaşım ağının genişlemesi ve mülkiyet haklarının tanınmasıyla Kadıköy’ün denize nazır semtleri, daha ulaşılabilir bir hâl alıyor. Derken 1911‘de Aksaray’da çıkan yangının ardından Osmanlı’nın önemli isimleri, bugünün Bağdat Caddesi’nin kıyı ve üst kesimlerinde köşklere taşınıyor.
1929 yılına gelindiğinde, Kadıköy, Suadiye Plajı’yla tanışıyor. Aydınlı eski bir asker emeklisi Mustafa Güler tarafından hizmete açılan plaj, civarında bulunan otel, İstanbul’un en önemli eğlence merkezlerinden oluyor. O yıllarda plajın bulunduğu yer oldukça sapa. Öyle merkez derken yanlış anlaşılmasın, büyük çabalar sonucu ulaşılan bir yerden bahsediyoruz.
Derken Caddebostan da açılıyor. Caddebostan ve Suadiye plajları bir anda laikleşen Türkiye’nin ve deniz şehri İstanbul’un sembolleri oluyor. Bağdat Caddesi ve civarı da şehrin sayfiyesi. 1950‘lere gelindiğinde bir yandan köyden şehre göçler ve nüfus artınca, Kadıköy’ün kıyı kesiminde de yerleşim çoğalıyor. Köşkler, az katlı apartmanlara dönüşüyor. Deniz hâlâ orada, adalara karşıda. Şehir git gide betonlaşır ve grileşirken Bağdat Caddesi, kıyı hattı boyunca göğsünü gere gere yeşilini sergiliyor. Hatta bostanlar, daha uzun yıllardır orada. Bostancı’nın da adı boşuna Bostancı değil.
Deniz şehri İstanbul’da
Bundandır, o sayfiye havası hemen yok olmuyor. Ta ki son 10 yıldır “kentsel dönüşüm” adı altında alçak, üç-dört katlı apartmanların yerine dikilen insan ölçeğinden uzak apartmanlar ve rezidanslar, deniz gören mütevazı ve az katlı binaların yerini alana dek. Cumhuriyet’in ilk yıllarından kalan köşklerin çoğu, bakımsızlıkla mücadele ederken kimisi ya müzeye çevriliyor ya da ailenin en küçük şanlı çocuğunun çabalarıyla ayakta durmaya çalışıyor.
Yine bugün, arada kalan üç beş az katlı apartman arasından görünen deniz, ağaçların arkasına saklanmış köşkler, köşe başlarında dondurmacılar, yasemin kokusuyla sarışmış sokaklar, tüm değişime direnen çınar ağaçları, kuma çıplak ayaklarla basabildiğim plajlar, uzanıp kitap okuyabildiğim çimenler, sesiyle kendini hatırlatan yandan çarklı ada vapuru hâlâ içime su serpiyor. “Oh be,” dünya varmış! Şehirde hâlâ nefes alınacak duraklar var. Çıplak ayaklar, elde dirseklere kadar akan dondurma, dalgaların ve martıların sesleri – oh be!
Apartmanlar içinde bir plaj
Dondurmacılar: Zeynel Usta, Yaşar Usta, Serez.
Eski, alçak katlı binalar: Hoş Seda Apartmanı, Mine Sokak’taki pembe köşk, Koru Sitesi, Cavit Paşa Köşkü (Vitra Suadiye), Mehmet Küçükdeveci Bey Köşkü (Vakko Suadiye)
Yemyeşil ve yaseminli sokaklar: Çınarlı Sokak, Plaj Yolu Çıkmazı Sokak, Tan Sokak, İlke Sokak, Hamiyet Yüceses Sokak, Korupark Sokak.
Plajlar: Bostancı Halk Plajı, Erenköy Halk Plajı, Caddebostan Plajı.
Fotoğraflar: Deniz Sabuncu
Bu yazı 18 Temmuz 2021 tarihinde Soli’de yayımlanmıştır. Daha fazla Suadiye için buradan ve şuradan buyurun.